Gerçeği, yalanı, doğruyu, yanlışı ayırt edemediğimiz saçma sapan bir yerdeyiz. Boktan bir yerde, boktan bir çağda doğmuş bir avuç 'insan' hayretler içerisinde dünyayı izliyoruz.
Çok korkuyoruz.
Olanlar oyun mu, gerçek mi tartışılıyor. Kimse bilmiyor, kimse de bilemeyecek belki ama ölen insanlar gerçekten ölüyor.
Ölen insanlara üzülmeden kim olduğu soruluyor.
Ve insanlar ölmeye devam ediyor.
ÖLÜYORUZ.
Başımı tutup öyle oturuyorum.
Aklım yerinden çıkacak gibi, tutabilecekmişim gibi.
Ben aklımı yitirecekmiş gibi olurken, birbirlerini öldürenler aklı başında sayılıyor. Bir kez daha aklım gidecek gibi oluyor.
Ben oturup aklımı tutmaya çalışırken, yine insanlar ölüyor.
Bir hiç uğruna insanlar ölüyor.
Birilerinin sapkın hevesleri, hırsları uğruna masum insanlar ölüyor, ÖLÜYORUZ.
Hiç alakamız olmayan şeyler uğruna ölüyoruz. Bize dayatılan değerler için öldüğümüzü sanarak hem de.
Duygularımızla oynuyorlar, sonra da bizi öldürüyorlar.
Öyle bir karmaşık iş ki, öldüren bile asıl suçlu değil. Asıl suçlular, asıl caniler her şeyden millerce uzakta belki, belki de evlerinin camlarından izliyorlar ölümümüzü.
Ellerini kana bulamadıklarına inanıyorlar ve inandırıyorlar önce cahil olmaları için yoksullaştırdıkları insancıkları.
Ellerindeki kanı sadece ölenler görüyor, ölürken.
Midem bulanıyor.
Cahilliğin ördüğü duvarın sertliği ellerimi acıtıyor.
En çok da hiçbir şey yapamamak, ölürken.
Nefes almak çok zor.
Nasıl çıkacağız aydınlığa?
Elden ne gelecek, ne yapmak gerek?
Ölürken bir şey yapamaz ki insan...
24 Ağustos 2016 Çarşamba
17 Şubat 2016 Çarşamba
Yolculuk
Kulaklıklarımı takmıştım, bir şarkı anca bitti ki bir baktım gelmişiz. Halbuki benim hatırladığım bu yol nasıl uzundu, neler sığdırırdık
biz bu yola, neler konuşurduk. Ömrümüzün demeyelim de, gençliğimizin en büyük
umutları ve mutlulukları belki de o yola sıkışmış durumda. Sıkışmış diyorum
çünkü o yol nasıl küçücük bir zaman dilimiymiş. Küçük boy bir valize bir
ömürlük eşya koymak gibi, gideceğin her yere sürüklemek üzere. Elimizde büyük
zamanlarımız, büyük valizlerimiz olsaydı acaba içine neler koyardık diye
düşünmeden edemiyorum. O zaman geçti, büyüdük. Şimdi elimizde kocaman
valizlerimiz var, içlerinde ne var peki? Açıp baksak gördüklerimizden memnun
kalır mıyız? İçine sıkıştırılmış mutluluklar olmadığını rahatlıkla
söyleyebilirim. Ben o küçük valizin içini açtığımda mutlulukla karışık bir
hüzünle doluyorsam, daha güzelini daha büyüğünü yaşamamışız, yaşayamamışız
demektir. Benim sıkıştırılmış olmasa da serpiştirilmiş umutlarım var, sen neler
attın hiç bilmiyorum. İkimiz de zaman zaman bir şeyler atıp kaçıyoruz onu da çok
iyi biliyorum. Ama kapağı açıp birlikte bakmayı bile beceremezken, içini
birlikte doldurmak mümkün değil. Yola çıkaracağımız kocaman valizlerimiz var ellerimizde, kocaman
zamanlarımız. Ne yapacağız bu zamanları?
16 Şubat 2016 Salı
Temel Reis
Güçlü olmak bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri bence.Güçlü olduğunuzda- ya da güçlü durduğunuzda- insanlar her istediklerini yapıp her istediklerini söyleyebileceğini ve sizin asla canınızın yanmayacağını düşünüyor.Sonra sizin adınıza adım atmaya, karar vermeye kalkıyorlar. Nasılsa güçlüsünüz ya, ters tepse bile acıtmaz zaten. Hani acıtsa bile-imkansız ama yinede bir ihtimal tabi- işin içinde zaten etkilenecek bir kendileri yok ki. Bunu böyle bilen insanlar güçlü olmanın-durmanın ne demek olduğunu hayal bile edemeyeceğinden bilmedikleri ve hiç bir zaman bilemeyecekleri bir şey var ki, güçlü insanların zayıf noktaları ölümcül olur, ıspanak yiyince iyileşmez.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)